Uzun zaman geçtiğinin farkındayım. Yani öyle ‘aaa bir bakmışım 2 ay olmuş’ klişelerine girmeyeceğim. Bilinçli bir uzaklıktı benimki:) Aslında kendimi henüz hazır hissetmiyordum ama bugün hem biraz kendimi yalnız ve üzgün hissettiğimden hem de baya bir birikim yaptığımdan, yazasım geldi.
Son 2 aydır birçok şey yaşandı. İyisiyle kötüsüyle deneyimler edindik, gezdik, gördük, okuduk, ettik, misafirlerimizi ağırladık ve ağırlamaya devam ediyoruz. Bu arada bir süredir ülkemizde yaşanan üzücü olaylar bizleri de tabii ki üzdü... Her gün takipteyiz... Önce seçim süreci, tapeler, çalınan emekler ve yapılan haksızlıklara üzüldük, twitter ve youtube'un kapatılmasına şaşırdık, sonra kaybolan çocuklara kahrolduk, şimdi Soma'da yaşananlar... Yavaş yavaş başlayayım anlatmaya.
Önce neden yalnız ve üzgün hissettiğimi açıklayayım hemen: bugün blogcuanne’yi okurken yazılarının birinde
Elfony’e rastladım. Aaa bu da kimmiş derken tüm
yazılarını bir çırpıda okudum ve sanırım ağlamaktan
nefesim kesiliyordu, korktum. 18 aylık kızını, gece uykusunda nefesi kesilmesi
sonucunda kaybeden bir annenin yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleri… İnanılmaz etkiledi beni. Yine bu
durumdan annemin whatsapp mesajı çıkardı beni, yine o kurtardı beni nefesimin
kesilmesi telaşımdan….
Henüz bir bebeğim yok, 'anne olunca anlarsın' dedikleri gibi belki de hissedemiyorum
yeterince ama onun yazdıkları o kadar güzel geçti ki bana, kendimi yerine
koymak fikri bile yerle bir etti beni. Annem hep der ‘Allah ölüm ayrılığı vermesin’ diye... Allahım sen kimseyi evlat acısı ile sınama… Hakkaten
zor bir süreç… Allah sabır versin tüm yaşayanlara… İnançlı, kaderci bir kişi olmama rağmen engel olamıyorum gözyaşlarıma…
Bu sebeple ülkemizde yaşanan her olayı böyle yakından takip eden kişiler olarak olaylarda (açıkcası özellikle çocuk ölümlerinde) gözyaşlarımıza hakim olamıyoruz, üzülmeden edemiyoruz. İnsanın elinden bir şey gelmediği gibi, umutsuzluk dört bir yanını sarıyor. Her karanlığın bir aydınlığı vardır elbet diyorum ama her geçen gün yeni bir olay patlıyor ve karanlığa daha da gömüldüğümüzü hissediyorum, yine tadımız kaçıyor...
Neyse şimdi 2 aydır
gezmelerimize tozmalarımıza geçiyorum…Yoksa bu işin içinden hiç çıkamayacağız...
|
Kelebek ve yıldız |
Daha önce kütüphanede çalıştığımdan bahsetmiştim. Şimdi kütüphaneyi yeniliyorlar, daha
modern, daha çocuklar için elverişli, neşeli bir yer haline getiriyorlar. Bunun için de benden origami yapmamı
istediler.
|
Balık ve kurbağa |
Tövbeler olsun ben hayatımda origami yapmamışım, yapmayı sevmemişim, yapana da hiç özenmemişim yani o derece… Sabri’nin ilgisini çekiyor diye ona yan gözle bakıp 'te
allam’ bakışı atmışlığım var yani… Neyse başa gelen çekilir dedim ve açtım
youtube’u, izledim birkaç tane kolaylarından…
|
Turnalar |
Hayvan figürü istediler zaten,
kolaylarından yapmaya çalıştım… Aslında eğlenceli, güzel bir şeymiş…
Bugünün asıl konusu olan aile
ziyaretimiz ise; 16 Nisanda kayınvalidem ve kayınpederim ile New York’ta buluşmamızla başladı. Kendilerinin ilk yurtdışı seyehati olması sebebi ile, tek başlarına, dil
bilmeden, 10 saatlik yola geliyor olmalarının verdiği stres bize yansıdı. Pervin Anne cesaretli, sorgulayan, girişken bir kişi olduğu için
yolculukları çok şükür hiç sorunsuz geçti. Sabri de dönem
ödevi gibi yapılacaklar listesi hazırlamıştı
kendilerine. Hangi polis kontrolünden geçecekleri, polislere yapacakları
açıklamalar, yurtdışı çıkış pulunu
nereden ve ne zaman almaları gerektiği, bavulları
nerde verip nerde alacakları gibi bir yığın detay… Ali
Baba bavulları taşıdı, Pervin Anne yolları buldu yani
kısaca:)
|
NY sokaklarında |
New York JFK Havaalanında buluştuk, Ali Baba
bir oh çekti… 4 gün New York’un altını üstüne getirdik. 4 gün boyunca hep
yürüdük. Ali Baba ve ben arkadan yavaş yavaş, Sabri ve annesi önde hızlı hızlı… Biz of pof diyerek, onlar hadi hadi
diyerek, biz acıktık, susadık, durduk, onlar hep ilerlediler… Gece otele geldiğimizde ayaklar zonklamasına rağmen ertesi
gün yine kalktık, yine yürüdük… 1 ay hiç yürüyüşe çıkmayacağımıza yeminler ederek… Ama çok güzel geçti, bir sürü fotoğraf çekildik, değişik
deneyimlerimiz oldu…
|
NY Rockefeller |
Hava da şansımıza güzeldi. Yani tabii ki soğuktu ama en azından yağmur çamur yoktu.. Ben bir deri
ceketle, Pervin Anne bir polar montla günleri geçirdik. Sevdiğimiz arkadaşlarımızı gördük, onlarla vakit geçirdik,
erken doğum günü kutlamaları yaptık, gezdik, coştuk…
New York tatili sonrası 1 gün de
Miami’de vakit geçirdik. Miami tabii ki sıcaktı, şortlar,
sandaletler çıktı bavullardan…
|
NY Times Square |
21 Nisan Pazartesi öğlen, adamıza geldik ve yaklaşık 3 hafta
1+1 evimizde, 4 kişi huzurla takıldık. Sabri tabii ki işe gitti, Pervin Anne gününün çoğunu mutfakta
geçirdi, biz Ali Baba ile tavla oynadık, Pervin Anne mutfaktan fırsat bulduğunda Amerikano’ya oturduk hemen. Öğleden
sonraları plajlara gittik, yüzdük, güneşlendik,
yedik, içtik, yattık… Ali Baba 42 yıl sonra bıyıklarını kesti mesela, devrim
yarattı… Çok da güzel oldu. Hadi tavlada çoğunlukla (%90)
yenildiğimi söyleyebilirim açık yüreklilikle ama
son oyunu ben aldım, kihkih…
Aileler doğal olarak hep
merak ediyorlar nasıl bir yerde yaşadığımızı, kimlerle arkadaşlık ettiğimizi, neler yiyip neler içtiğimizi… Şimdi kendileri gelip gördüler ve artık içleri rahat. Yani burda da patates
bulabiliyoruz, burda da kuru soğan var, karpuz, kavun, her türlü
baharat falan herşey var yani… Diyorduk da inanması zor
geliyordu. Şimdi kendileri görünce ‘e burda herşey varmıııış’ oldular:)
|
Grand Bahama - Marketplace |
Tabii ki Sabri çalışırken biz üçümüz gezdik ve ben ada rehberi olarak ‘bu elektrik direklerinin
malzemesi ne?’, ‘bu palmiyeler doğal mı çıkmış, yoksa dikmişler mi?’ gibi değişik sorulara maruz kaldım. O anda dedemin
de kulaklarını çınlattık. Türkiye’ye ziyarete geldiğimde ada nüfusunun yüzölçümüne oranını sormuştu kendisi.
Yuh! Zaten hiç iyi değilim o konularda… Çoğunlukla Sabri’ye pasladım bu gibi soruları…
En güzeli de Pervin Anne ve Ali
Babanın 'onlar da Türkçe öğrensin canım aaa’ mantığıyla alt komşuya sabahları gözünün içine baka baka
‘günaydıııın’ demeleri, garson kıza ‘bir fotoğraf çeker
misin?’ demeleri… Bunları söylerken hem yavaş yavaş konuşup hem de dudaklarını olabildiğince hareket ettirirsen karşıdaki sanki bir anda Türkçe’yi
sökecekmiş olmasına inanmaları… Çok güldük, çok eğlendik… Allah ağlatmasın… Ayrılık her zamanki gibi zor
oldu ama olsun, yine gelecekler, söz verdiler bir kere:)
14 Mayıs Çarşamba sabahı onlar 28 saat sürecek olan Grand Bahama-Miami-New York-İstanbul-İzmir seyehatleri için yola çıktılar, o
akşam bir çift arkadaşımız geldi Türkiye’den bizi ziyarete. Zaten toplamda 3-4 gün kalacaklardı,
onların şanslarına ilk 2 gün hava hep yağmurluydu:( Zaten yılda 2 kez yağmur yağıyor, ona denk geldiler resmen… Cumartesi ve pazar hava süperdi, onlar da
son 1-2 gün de olsa denizin, kumun, güneşin tadını
çıkardılar… Bol bol balık yedik, deniz mahsulüne doydular…
18 Mayıs Pazar günü onları uğurladıktan sonra evde birkaç çekidüzen ve şimdi New
York’taki arkadaşlarımızı ve 2 minnoş bebişlerini ağırlamak üzere
bekliyoruz.. Yarın sabah geliyorlar, çok sevinçliyiz. Şimdiden kovalar, şişme deniz
oyuncaklarımız hazır:) İnşallah hava
güzel olur ve kum, güneş, denize doyarız…