30 Eylül 2013 Pazartesi

ananas kaç paya abi?

Corol Beach
Daha önce adada plajların ne kadar güzel olduğundan, vay efendim billur gibi okyanus olduğundan bahsetmiştim. Bunu her platformda dile getiriyorum, kaldı ki başka da pek bişi yok zatenJ geniş geniş yollar tertemiz, adamlar bilinçli, bizim gibi kıro değiller… öyle bir mantık yok yani bunu sorsan garipser adam “yere bişi atmak mı?” “sen evinde yere mi atıyosun?” der ilkokul öğretmenimiz gibi…  öyle bizim gibi arabada giderken bir eli dışarı çıkarıp çaktırmadan elindekini yere bırakmak yok buralarda. He tabi başka başka yerlerden görmemişler gelip de yere pisliklerini bırakıyor olabilir, bu onların ayıbı, çöpçüler de onlar yüzünden var işte. Onlar böyle 40 yılda bir biri yere bişi atmışsa onu toplayayım diye varlar. Onun dışında yerdeki yaprakları, otları topluyorlar. Ama görseniz çok sevimli insanlar. Çöpçüler bile gülümsüyor sana, günaydın diyor, gözünün içine bakıyor. Hallerinden memnunlar, belli… Genel olarak ada halkı saygılı. Yani nerde görse (tanıdık-tanımadık fark etmez) gülümser, iyi günler diler, başıyla selamlar. Bende de bazen göz göze gelmeme gibi bir huy var. İstanbul’da paranoyak gibi yaşadığım için, “beni mi takip ediyor o adam?”, “deli mi bu?”, “saldırır mı?”, “36 yerimden bıçaklar mı?”, “aman kuytuya gitmeyeyim, bol ışıklı yoldan gideyim”, “çantamı mı kapacak yoksa?” vs vs… bu gibi düşüncelerle bilerek bakmıyorum insanların gözlerinin içine hani ne bileyim beni tanımasın, görmesin, yanlış anlar, bir mesaj çıkarır, peşime takılır vs diye… Bakmayayım daha iyi derim. O zaman da ben kendimi kötü hissediyorum yanlarından geçerken. Çok güler yüzlü insanlar…

yazmama gerek yok herhalde, ananas:)
Özellikle annelerimiz hep en kötüsünü düşünürler ya bazen, hani ararlarsa ve siz duymamışsanız “Allaaah başına bişi geldi, banyoda düştü mü, araba mı çarptı, tecavüze mi uğradı, öldü mü…” tövbe tövbeee yau bi huzur ver derler adamaJ şimdi bizim annelerimiz de öyle işte, benimki geçen gün şöyle bir cümleyle geldi: “duydum ben orda bir çete varmış, seri katil, hırsız Allah ne verdiyse. Aman annem dikkatli olun” ya anne yapma etme gözünü seveyim, ne çetesi, emin ol İstanbul’dan daha güvenli, en azından burada polisler bizim yanımızda, bizi koruyor kolluyor. “Anne ben yürüyüşe gidiyorum şimdi” diyorum, “aman annem ben korkuyorum yollar ıssız orda, kuytuya gitme”… yau anne abarttın ama şuanda… Kayınvalidemde de de şey var her konuşmada: “orda domates var mı? Zeytin var mı? Ekmek bulabiliyor musunuz?” Haydaaa.. e sayfiye yeri, yokluktayız falan dediysek o kadar da değil canımJ evet mesela mantı yok, iskender yok,  bir Yenipazar pidesi yok, ben bunlardan bahsediyorumJ babamda da devamlı domuz eti yiyebilirim tedirginliği var: çaktırmadan bişiler sormak istiyor ama kendini belli ediyor. “orda böyle et reyonlarında domuz etleri ayrı mı duruyor?”, “Üzerinde yazıyor mu domuz diye?” ahahahha… kayınpederimden de hesap kitap işleri sorulur: “ananas kaç para orda? Kıyma ne kadar mesela?” fiyatları öğrenince de hemen kıyaslayıp “e burayla aynı”, “aa çok pahalı bizi pazarlarda şu kadar” vs diye yorumlar olmazsa olmaz… Bir de hep bi ticaret kafası, “e burdan zeytinyağı gönderelim siz satın orda…” J seviyorum sizi yauu... 

26 Eylül 2013 Perşembe

Partile-me

Hafta sonları malum Sabri’yle fellik fellik geziyoruz. Kimden nasıl bir parti/toplantı duyarsak katılıyoruz, “hadi bi bakalım”, “belki güzeldir”, “yeni birilerini tanırız”, “beğenmezsek çıkarız” diyerek kaptırıyoruz. Bir cumartesi akşamı önce Yelken Kulüpte bir kokteyle katılıp sonrasında da Senor Frogs diye bir yere Meksika’nın bağımsızlığını kutlamaya gidecektik. Hâlbuki bize ne dimi Meksika’nın bağımsızlığından… Onlar bir 9 Eylül kutluyor mu İzmirim için, bir 7 Eylül kutlaması göredim şahsen Aydınım için… Neyse dedik hadi onlar etti biz etmeyelim…

We have Drogba, they don't...
Önce yelken kulübe gittik, baktık ki yaş ortalaması 68, neyse dedik en azından içkiler bedavaJ Portekizli bir adamla tanıştık, burada beden eğitimi hocalığı yapıyormuş. Futbolla baya ilgili bir abimiz takdir edersiniz ki (burada futbola bile aç kaldık anacım hep Amerikan Futbolu oynadıkları için bunlar pata küte). Sabri’ye dedi “maç yapıyoruz haftada bir istersen gel” diye, tamam onu anladık da, sonra bana döndü, “kadınlar ligi de var istersen sen de oyna” demesin miJ anaaaam, bunlar yer beni ayol, zaten heybetliler… Ben bu topa girmiyim hiç zira görüyoruz Drogba’yla her kafa topuna çıkan kafayı yarıp iniyor aşağı, ben de öyle olmayayım dedim. Yok dedim ben izlemesini seviyorumJ ordan konuyu değiştirdim hemen benim abim de futbolcu işte, bizde de baya Portekizli oyuncu var, Allah Bruma’yı başımızdan eksik etmesin falan demeye başladım…

Sonra dedim hadi Sabri bize yavaştan müsaade, yaş ortalaması gittikçe yükseliyor, diğer partiye dahil olmanın vakti geldi. Attık kendimizi Senor Frogs’a. Orada harbi güzel bir eğlence vardı. En azından insan gibi şarkılar çaldı, biz de unutmuşuz bir Britney Spears bir Shakira vardı dedik kendi kendimize- devamlı Bahama şarkıları hiphop rap dinlemekten gına geldi…


Senor Frogs
İlk böyle içeri girdik bismillah hop hop zıplayan Çinli bi kız geldi yanımıza. Meğer o dans ediyormuş o şekildeJ neyse “hello”, “hi”, iki güleryüz, “sempatik ol Aslı” tavırları sonra kız geldi heyecanlı heyecanlı bişiler anlatıyo işte ben de Bodrum’a gitmiştim, ben dünyayı dolaştım bilmem ne diyo bi yandan da eli orama burama çarpıyo… tövbe dedim abla bi git ya.. neyse Bodrum diyince yanaştım zaten, beni öyle tavladı, yoksa elin Çinlisiyle ne işim olur, tanımam etmem. Sonra ortak bir arkadaşımız geldi, ona çok yanaşma, o lezbiyen, seni çok beğenmiş demesin mi… Anaaam dedim, “göz göze gelme” taktiği… ilerleyen saatlerde basmış alkolü bizim Çinli, zıvanadan çıkmış, onu bunu kimi görürse elliyo abla… Allah de gari bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Dedim valla tercihine saygım sonsuz ama bana dokunursa içimdeki dragonu çıkarmak zorunda kalırım haberi olsun. Neyse o gece o abla baya bir rezil oldu, ben de canımı zor kurtardım. Ertesi gün duydum hala beni soruyormuş arkadaşlaraJ

Plaj partimizden bir kare
Geçen hafta sonu da İtalyan arkadaş kendi evlerinin önündeki plajda parti düzenlemeye karar verdi. Saat 15:00 gibi başlayalım, hava kararmadan yemeklerimizi yiyelim, sonra da ateş yakarız dediler… Nitekim öyle oldu, çok da güzel oldu. Tabi öncesinde Sabri ve ben ortamı hazırlamak için gidip geldik, koşturduk, yardım ettik. O kısımları geçiyorum, tam bi hamallık. Gece bittiğinde de herkes gitti en son biz kaldık yine ateşi söndüren, eşyaları taşıyan… saat 00:30’du eve geldiğimizdeJ ama parti gerçekten güzel oldu. İtalyan kadın bütün sandalye, masa, kandil, meşale, radyo, çatal, bıçak vs getirmiş. Yemekleri de evinde pişirip getirdi. Menümüzde karidesli makarna, ıstakoz, salata ve focaccia (bir nevi İtalyan ekmeği) vardı. Kadın zaten çok iyi yemek yapıyor.
Plaj partisi manzaramız
Bu arada plaj partisinin olduğu gün şansımıza hava süperdi, okyanus çok durgundu, millet yedi içti yüzdü:) manzaramız yandaki gibiydi...
Daha önce de Basra diye bir etkinlik yapıldı burada. O da bir nevi plaj partisi ama her yıl eylül ayında düzenlenen baya büyük ve önemsenen bir organizasyon. Esas olay sabah yapılan yüzme yarışı, sonrasında işte DJ geliyor, yiyecek, içecek satılıyor, kano yarışları, eğlence vs ama baya kalabalık oluyor. Zaten iki şarkı çaldı, biralar içildi falan Allah artık ne eğlendiler ne eğlendiler – o kadar plaj var, hava güzel, doğa güzel, tabiat güzel, doğru düzgün parti yapan birileri yok kardeşim, insanlar düzgün partiye aç resmen. Şimdi hemen “sen düzenle böyle partiler işte” demeyin… bi akıllı biz değiliz heraldeJ ama bu hafta burada kebap partisi düzenleyeceğiz, onu ayrıca yazacağım…

23 Eylül 2013 Pazartesi

"Yarım ton kız gördüm"

Genel olarak hafta içi hesap işlemleri için bankaya, mutfak alışverişi için markete gidiyorum. Aslına bakarsanız burada da Türkiye’deki gibi her çeşit insan olduğu gibi, her türden giyinen insan da var. Resmi kurumlarda (banka, postane vs) çalışanlar bizler gibi resmi giyiniyorlar. Kalem etek (ki burada dolma kalem gibi oluyor o siyahi insanlar o etekleri giyince), saten veya ipek bluz, takılar (her daim olmazsa olmazları) görüyorum üzerlerinde. Ellerinden geldiğince şıklar. O tombul ayaklarına topuklu ayakkabıları da geçirdiler mi, al sana şık insanJ

Market, çarşı, pazara gittiğimizde ise (ki bizdeki gibi Pazar kültürü yok burada) insanlar genelde spor giyiniyor. Şort, t-shirt, sandalet, pantolon, spor ayakkabı vs… markette kulağında kulaklıkla bağırarak şarkı söyleyen insanlar görebilirsiniz burada mesela, öyle ilginç şeyler de olabiliyor. Bir de sen yadırgayarak suratlarına bakınca o seni daha çok yadırgıyor, bunu da yaşadım…
Hafta sonu akşamları herkes şık ama… Daha önceki resimlerde kızları az biraz gördünüz ama genel olarak gençler güzel giyiniyor… Yani kimisine yakışıyor, kimisine yakışmıyor tabi ama olsun, çabaları yeterJ
Buranın bu yılki modası tayt/dar pantolon/dar etek giyip üzerine göğüsün hemen altında biten yine dar body’ler. Bu moda aslında ilk etapta makul görünüyor, akıllarda farklı izdüşümler oluşuyor, farkındayım… Kızlar 45 kilo ise bu moda iyi hoş da, 200 kilo olup da bu modaya uymaya kalkarsan iş garipleşiyor. Görüntü kirliliğinden başka bir şey değil yemin ederim. Geçen gün Neptunes’de kız (yaklaşık yarım ton çekerdi herhalde), aynen dediğim gibi dar pantolon ve kısa dar body giymiş, pantolonun fermuarı patlatmış, bütün gece elinde çantası ile önünü kapatmaya çalışarak dans etti. Dans da etti yani, eksik kalmadı. Tövbeler olsun… Ben bile giymiyorum şu kilomda (kilomu söyleyeceğimi zannediyorsanız yanılıyorsunuzJ ama yarım ton değilim, garanti!)…


Bir de dans kursuna başladım, haftada bir gün ona katılıyorum (henüz 2 hafta oldu başlayalı). Jazz Class diye geçiyor ama jazz dışında her türlü şeyi yapıyoruz. “Aerobik demeyelim biz buna, ne olsun, ne olsuuun, jazz diyelim en iyisi” demişler resmen en başında, bir nevi pazarlama taktiğiJ Orada da klasik tayt t-shirt spor ayakkabı giyiyoruz tabiî ki. Ne kadar sürer bilmiyorum ama benim için amaç sadece egzersiz, hareket olsun, yeni insanlarla tanışayım… Gerçi 2 haftadır toplam 4 kişiyiz, birini daha önceden tanıyordum, biri zaten alt komşu –beni kursa teşvik eden- bi tane de safça bi kız var, onu tanımasam da olurdu aslındaJ  Hocamız desen sizlere ömür, 75 yaşında… Ölmüş de yüzüne söyleyemiyorlar bence ayıp olmasın diye. Hareketleri yapamıyor zaten çoğunlukla, bi kız var baya esnek bişi, ona yaptırıp “hıh işte böyle yapacaksınız” diyorJ Yani hoca yakında gidici, o sebeple dedim ne kadar sürer diyeJ bugün fark ettim, kulağı da duymuyor. Ben herkese kendimi “Ashley” olarak tanıtıyorum çünkü “Aslı” demek zor geliyor son harfinden ötürü… Kadın adın neydi dedikten sonra (ki geçen hafta tanışştık) 7200 kez Ashley dememe rağmen Lisa, Ally, Ashee, Ash, Ley, teey teey dedim teyze tamam ya boşver.. en sonunda ben bambaşka bir isme okey dedim, kabulümdür. Kadın meğer bitmiş, okeye dönüyor… Tövbe annem dans senin neyine, git evinde otur, torunlarını kucaklaJ

16 Eylül 2013 Pazartesi

Siyah-Beyaz denilince akla ÇARŞI gelmiyor işte her zaman...

Adada % 30 beyaz demiştim hatırlarsanız (aslında oran daha az sanırım, her neyse). Buranın önceden İngiliz sömürgesi olması nedeniyle çok fazla İngiliz gelmiş zamanında, onların bebeleri beyaz: tabi şimdi o bebeler olmuşlar 35-40J

Bir de Kanadalılar baya geliyormuş. Kanada soğuk memleket olduğu için sıcak yerlere gelip yazlık satın almışlar… Biz Aydınlıların Kuşadası ve/ya Didim’de yazlıklarımızın olması gibi. Tek fark insanlar yazlıklarına gelmek için uçak kullanıp baya da bir para bayılmaları… Buradaki işletmeciler Amerika’ya gidip gelen uçak biletlerinin çok pahalı olmasından şikayetçi. Bu yüzden daha az insan geliyormuş onların dediklerine göre, yeterince iş yapamıyorlarmış. Sanki ucuz olsa insanlar buraya akacak…

Bir Bahama Hikayesi
Ada küçük olduğundan burada kiminle tanışsam birilerinin bacısı, birinin eski karısı, onun ilk kocasında oğlu, onun üvey annesi… Ada ada değil Aşk-ı Memnu yalısı maşallah… Bir kalabalık insan grubu ve hepsi birbiri ile bir şekilde ilişkili. Naapsın insancıklar elde ne varsa onu tüketiyorlar, e onlar da haklıııı... Karaya adım atamadıktan sonra naapacaaan, mecbuuur…
Yavaş yavaş kimin eli kimin cebine girmiş bu ilişkileri anlamaya çalışıyorum. Kim memnu aşka yelken açan Bihter, kim gözü tamamen kapalı Adnan Bey, kim zengin züppe Behlül, kim saf aşık Nihal görücem zamanla…

Siyahi insanlardan ben de çekiniyorum azıcık, itiraf edeyim. Ne bileyim bir garip geliyorlar (alışmadık ne de olsaJ). Bir de hep filmlerde kötü adamlar, metrodaki sapık vs siyahi olur ya, ordan koşullandırdılar bizi hep. Hey gidi heeey, zamanında boşuna demedi Martin Luther King “i have a dream” diye… az çığırmadı adamcağız haklarını korumak için.. Neyse konumuza dönelim… Ben bu siyahilerden çekiniyorum ama doğal davranmaya çalışıyorum. Sanki bizim Mehmet bakkal da zenciymiş, sanki dayımın kızı da zenciymiş gibi doğal benim için. “Ne var canım bunda a aa, Allah’ın işi işte, bundan daha doğal ne olabilir, hayır neymiş bu bu kadar abartılacak” havalarındayım. Ama tabi bu arada etrafımdakiler de öyle, herkes doğal takılıyor. Geçen gün İtalyan arkadaşıma sordum, beyaz bir kızın zenci erkek arkadaşıyla ilgili bilgi almaya çalışıyordum, dedikodu kavramını oluşturmaya çalışıyorum -ya zevk aldığımdan değil maksat zaman geçsinJ- o şekilde siyah-beyaz konusunu açtım, tabi ÇARŞI’dan bahsedecek değilim ben de kadına, yadırgar yani en nihayetinde, ben yine ne var canım bunda havalarındayken kadın patlattı bombayı, “aslında öyle görünmüyor ama beyazların yine de bir önyargısı oluyor siyahlara karşı, beyaz aileler beyaz gelin/damat istiyor, ama işte o kızın erkek arkadaşı çok iyiymiş de, zaten tam esmer değilmiş, açık esmermiş” yau bırak bana bu ayakları İtalyan Haaanım, ben anlayacağımı anladım. Baya baya ayrımcılık var burada.. neyse sesimi çıkarmadım ama tabi ürkütmeyeyim diyeJ asıl sonra hedefime ulaştım, başlamışken döküldü bizimki: zenci çocuğun ilk eşinden 2 çocuğu varmış, beyaz kız o çocuklarla arası iyiymiş, zaten çocuklar anasında kalıyormuş. Anası da adada tek zumba hocası olduğundan pek biliniyormuş. Onu da seviyormuş, zaten onun da şimdi erkek arkadaşı varmış… Hey yavrum hey, dedikodular dedikodular…