Beni bilen bilir, genel olarak fazla konuşan bir kişiliğimdir. Kaptırdığım zaman kendimi karşımdakinin yerine koyup, kendimden bıktığım bile oluyor, o derece! Aslında benim konuşmam için karşımda illa birinin de olmasına gerek yok, oraya girmeyelim, orası biraz karışık:)
Şimdi malum burda kendi dilimizde konuşan yok, Sabri’yi de bunaltmak istemiyorum akşamları, içime atıyorum çoğu şeyi:) Gün içinde burdaki arkadaşlarla ingilizce cebelleşmeye çalışıyorum. Bu konuda fena değilim ama çok çok konuşmak ve nameler eklemek isteyince kelimelerde tıkanmışlık hissediyorum. Ben de öyle düz bir insan değilim ki az ve öz konuşayım...
Geçen gün bir arkadaşımız Amerika’ya gitti alışverişe. Ben de hazır o gitmişken ona burda bulamadığımız veya çok pahalı bulduğumuz bir kaç şey ısmarladım. O oradayken de aradım nasıl gidiyor vs diye, tabii ben daha çok dinliyorum, o anlatıyor. İçim şişti şişecek, ‘başka bir şey istiyor musun?’ dedi sağolsun. O an içimden böyle yaya yaya ‘yea çok sağol yeaa, daha ne getirceksin Allah aşkına, zaten bissürü şey taşıcaksın, zahmet oldu sana da, kusura bakma….’ diye başlayan cümleler kurmak istedim. Ama olmadı işte. Nasıl dersin? İçimdeki bu koca cümleler dışarı yalnızca ‘No I am good’ olarak çıktı ve bitti. Hırsımı, içimde kalanların enerjisini çamaşır asarken kendi kendime söylenerek attım ‘nasıl diyim ki ben bunu şimdi, teşekkür ettim diyelim, Allah aşkına nedir ya, kusura bakma nedir yani, poff’...
Zaten şu bizim iyimserlik ifadelerimiz yok mu, beni benden alıyor. Dükkandan çıkarken bir ‘hayırlı işler’ demek geliyor insanın içinden, ya da ne bileyim en azından bahçede çalışan bahçıvana bir ‘kolay gelsin’ demek istiyorum, olmayınca olmuyor işte…
Aklıma Cem Yılmaz geliyor, gülüyorum kendime...
Allah kimseyi tıkanmışlık sendromu ile terbiye etmesin…