10 Aralık 2013 Salı

Bir hindini yerim...

Klasik geyik “ehe ehe biz Şükran Gününde Turkey (Hindi) yiyoruz, ehe ehe”.. Aferim çocuğum… Yemeye devam et… Böyle geçiştire geçiştire bir Şükran Gününü daha devirdik. Bana ne oluyorsa? J Yani onlar devirdi, biz eşlik ettik… Daha önce kahvaltıya gittiğimiz arkadaşımıza Şükran Günü yemeğine davetliydik, hemen detayları paylaşayım dedim… Öncelikle bu günün özelliğinden bahsedeyim, sonra da geceyi değerlendireceğim.
Öncelikle bu arkadaşlar neden bu günü kutluyor, ona bakalım… Hikâye, 1621 yılında Amerika’ya ilk kez ayak basan birkaç İngiliz abinin kümes hayvanı avına gitmesi ve avdan ellerinde 1 hafta boyunca 50 kişiye yetebilecek kadar Hindi ile dönmesi ile başlıyor… Bu olaydan sonra yaklaşık 90 kişilik Amerikalı bir grup İngilizlerin olduğu kampa geliyorlar ve kaynaşıp birkaç gün süren bir şölen düzenliyorlar. 1941’de de “E madem bu kadar güldük eğlendik her yılın kasım ayının son perşembesi Şükran Günü olarak ulusal bayram ilan edelim” diyorlar.
Hadi onlar hindi yedi eğlendi, peki bizim ülkemiz ile bu hayvancağızın adı neden aynı ona bi baktım… Bu olay hep İngilizlerin başının altından çıkıyor, onu bi diyim önce…  Amerika kıtasının yerli hayvanı olan hindi 1519 yılında İspanyollar tarafından Avrupa’ya getirildi. 1541 yılında da İngiltere’ye geldi ama bu abiler o zamanlar Türk topraklarına dahil olan Batı Afrika'dan Portekizli tüccarların getirdikleri Afrika hindisi ve yine Türkiye üzerinden getirilen Hint tavuğu ile karıştırdılar. Sonunda her iki ırkın farklı olduğu anlaşıldı ama Amerikan kökenli bu kuşun adı, 17'inci yüzyılda Amerika'ya göç eden İngiliz göçmenler sayesinde Amerikan diline bile 'Turkey' olarak yerleşti. Allah onları bildiği gibi yapsın, ne diyim…
Gelelim gecemize… Genel olarak notlamam gerekirse 10 üzerinden 9… Ama mükemmele baya yakın yani…

Neden 9/10 önce ondan bahsedeyim:  ev sahibesi bizi saat 20:00’de evinde topladı. Toplanmadan önce de Sabri’ye dedim, “çok acıktım bir şeyler atıştırsak mı?” dedim. Sonra dedim ki “şimdi ev sahibesi döktürmüştür, onlara yer kalsın, hem masaya oturur da, bir şey yemezsek ayıp olur” dedim, dayandım… Amma velakin ev sahibesinin eşinin Amerika’dan saat 21:45’de geleceğini nerden bilebilirdim? Yok efendim uçak rötar yaptıydı da bilmem ne… Bana ne kardeşim…
Neyse bu bende yine asabiyet yaptı tabi biraz… Bende Avrupa Yakasındaki Şahika potansiyeli var o konuda sanırım… Allahım açlıkla sınamasın beni inşallah… Boğa burcu özelliği diyip konuyu üstünkörü geçmek istiyorum, yoksa bir gecede aldığım 3 kiloya kadar inen bir yarası var bendeJ

Şükür duası
Ev sahibi kadın çok kibar. Öncesinde bize böyle dua gibi bir şey okudu sonra da yanda gördüğünüz yaprakları bize hediye etti  (bu arada şükran günü yemeğinin olayı şükür etmek zaten). Kendi el yazısı, uğraşş, didinmiş o kadar işinin içinde, yirim onu…
Saat 22:00 gibi yemeğe oturduk ama masada örtü görünmüyor, o kadar diyim ben size… Hindi zaten ana yemek, yanına karma meze gibi bişiler yapmış (içinde ne var diye sorup, aldığım cevaba rağmen hala anlamış değilim neler yediğimi), salata, püre, tatlı patates, tiremisu.. Ne ararsan var… Yemekler, sohbet, ortam, hafif müzik çok güzeldi..

O sofra için 48 saat uğraşş kadıncağız, hakkını yersem Allah günah yazar valla, eline sağlık…  İlk geldiğim gün “eline sağlık nasıl denir”i de öğrettim. Artık İngilizcesini bulmaya çalışmıyorum. “Eline sağlık” diyorum, o anlıyorJ Siz burada benim İngilizcemi geliştirdiğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz, yavaş yavaş kültürü ve dili yayıyorum, raad olunJ

7 Aralık 2013 Cumartesi

Aşure vs Kalburabastı

Aşureden daha kolay bir tatlı varsa o da kalburabastı, ben size diyim… Şimdi bu kız abarttı demeyin, insanın canı çekince, biraz da gaza gelince her şeyi yapıyor… Dün ilk kez kalburabastı yaptım, sonuç: mükemmel… Kendim yaptım diye demiyorum, maşallah yani… Konuya komşuya dağıttım tabi yine (Geleneklerimizi tanıtalım vol 7863545)…

Biliyorsunuz daha önce bahsetmiştim, Meksikalı bir arkadaşım bana “Sizin tatlarınız Yunanlılarla çok benziyor. Benim bir arkadaşım vardı, christmas cookie yapıyordu, siz de yapıyor musunuz?” diye sormuştu. Bende o zaman ilk etapta “valla bizde cookie yok, christmas hiç yok” diyerek geçiştirmiştim. Günün ilerleyen saatlerinden netten bir baktım ki bildiğin bizim kalburabastı. Elin adamı onu christmas cookie diye satmış… “Aaa dedim yapmaz olur muyuz, bayramlarda yaparız biz de” dedim sanki yıllardır yapıyormuşum gibi ve Türkiye’ye geldiğimde çaktırmadan tarifi büyüklerimizden aldım.
Bu sefer Oktay Ustadan yardım almadım. Ananem ve Sabri’nin teyzesinin tariflerini karıştırıp, özgün bir tarif yarattım kendimeJ


Malzemeleri çok basit, hemen çok kısa bir tarif vericem…
1 su ardağı süt
1 su bardağı zeytinyağı
1 su bardağı margarin
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
1 avuç şeker
Aldığı kadar un

ŞERBET için:
3,5 su bardağı su
3 su bardağı şeker
Yarım limon

Önce şerbeti yapın soğusun (Şerbeti yapın derken kendimi annem gibi hissettim. Bu tip kişiler kendisi tarifi bildiği için, karşıdakinin de bildiğini zannederek detayları es geçen kişiliklerdirJKulakları çınlasınJ). Şerbet şöyle yapılıyor, su ve şekeri bir tencereye koyun ve karıştırarak şekerin erimesini sağlayın, kaynayınca yarım limon sıkın ve altını kapatın, beklemeye alın.

Sonra ana malzemeleri kulak memesi kıvamına gelinceye kadar karıştırın. Hazır olunca avuç içi kadar aldığınız parçaları elinizde yuvarlayın, bir rende üzerinde parmaklarınızla ezdirin, ortasına ceviz koyun ve kapatın. 200 derece fırında 20 dakika kadar pişirin (üzeri kahverengi olsun azcık). Sıcak hamurları soğumuş şerbetin içinde 7-8 dakika bekletin ve tabağa alın. Afiyet olsun J

2 Aralık 2013 Pazartesi

Bu yoğunluk nereden geliyor?

Evet, ben de “ortama alıştıktan sonra blogunu aksatanlar listesinin” başlarında yerimi aldımL Çok yoğunum anacım valla bak, ev hanımı diyip geçmeyin… Ev işleri bir yana, sahne çalışmalarım, sahne arkası kostüm düzenlemelerim, yılbaşı hediyelerinin yapımı vs derken günler geçiyorJ Sırayla hepsini anlatacağım….



Öncelikle yılbaşı yaklaşıyor, bir arkadaşımızın evinde yılbaşı yemeği yapacağız diye (e tabi adada ne alacağım Allah aşkına, her şey de gereksiz pahalı) herkese “çam sakızı çoban armağanı” adı altında ama her zamanki gibi “geleneklerimizi tanıtalım vol28346” amacım ile kumaşlardan, keçelerden nazar boncukları, kapı süsleri yapımına başladım. Evet, bir Derya Baykal değilim belki ama olma yolunda ilerliyorum. Annemin yeteneklerimi keşfedememesinin üzerinden sadece 4 ay geçti, ben neler neler yaptım, kendimi aştım, haberi yokJ

Bu hafta yılbaşı hediyelerimin yapımı için çok sevimli bir çiftin sahibi olduğu kumaşçıya gittim (Zaten adada toplam 2 ya da 3 tane kumaşçı var). Adam Fransız, kadın Alman… Nasıl bıcır bıcırlar anlatamam… Tabii ki muhteşem İngilizcemden yabancı olduğumu anlayıp sen nerelisin, İspanyol mu, Fransız mı vs derken gururla “Türküm” diyince bunlar çığlık kıyamet… Ay meğer bunlar bizim oraları görmüşler, Taksim meydanına bayılmışlar, Ayasofya’nın önündeki meydanda durmuşlar, muhteşem bir görüntüymüş vs vs… Ay valla gözlerim sulanarak dinledim kadının anlatışını. O sevinç, o gözlerindeki mutluluğu anlatamam… “Hayatımda gördüğüm en güzel yer İstanbul” dedi kadın… Çok gurur duydum tabii ki… Sonra bir yandan kadını başımla onaylarken bir yandan kendi kendime içimden “e benim ne işim var burda o zaman?” diye geçirdim… O ayrı bir mevzu tabi… Yaşadığımız (!) ülke gerçek bir cennet ama iş, güç, trafik derken farkında olmuyoruz çoğu zaman. Aslında ülkenin tadını turistler çıkarıyor. Hoş, zamanla yaşanacak bir ülke de bırakmıyorlar adama ya, neyse… Gülerek, eğlenerek çıktım mağazadan…
Not: Yapmış olduğum hediyelerin bitmiş hallerini fotoğraflayıp buradan paylaşacağım ama şu an hem tam hazır değiller, hem de malum facebook’taki ada arkadaşlarımın bunları görüp sürprizin bozulmasını istemiyorumJ

Yaklaşık 2-3 haftadır bir müzikalin kostümcüsüne (kendisi bizim alt komşu olur) yardımcı oluyorum. Herkesin gönüllü çalışğı bir tiyatroda (şimdi düşündüm de beni mi yiyorlar acaba ya para vermemek içinJ) ben de kostümcüye yardım ediyordum ki geçen hafta bana gelip “gitarist rolünde oynar mısın?” diye sorana kadar… “Ya şimdi bilmiyorum ki, ben biraz yoğunum aslında ama tabii seve seve, öhöm öhöm ben zaten Türkiye’de de sahnelerin gülüydüm, vay efendim şöyle iyiydim böyle iyiydim” derken kendimi şovda buldumJ Bu hafta 3 gün boyunca müzikalde hem kostümlere yardımcı oldum (aynı zamanda dekorasyona da yardım ettim, her türlü boyama, kesme biçme, dikiş dikme vs) hem de Grease’in dans yarışması sahnesinde gitaristlerden birini canlandırdım. Bakmayın böyle türkücü Berkut gibi durduğuma, çok eğlenceli bir ortam, çoluk çocuk, gürültü patırtı, güzel vakit geçirdim işin doğrusu. Son gün bir kadın geldi yine muhteşem aksanım sebebi ile yabancı olduğumu anladı, nerelisin vs derken “ay ben Göreme’de 2 ay yaşadım, nasıl sıcak kanlı insanlar, çok sevdim orayı…” derken ben yine tavus kuşu gibi kabardımJ

Ey benim canım yurdum, bilen çok iyi biliyor, bilmeyen de kebaptan başka bir şey bilmiyor arkadaş, bu nasıl iş anlamadımJ

21 Kasım 2013 Perşembe

Aşure candır

Evlenmeden önce “aşure ayı” benim için sadece komşuların bize aşure getirdiği bir dönemdi… Annem de pek yapmadığı için bilmem öyle pek adet ama aşureyi çok iyi bilir, çok iyi yerimJ Evlendikten sonra her yıl yapmaya çalışacağıma söz verdim kendi kendime ve Allah’a çok şükür, 3. yılımda Bahama’da da olsa, 3. aşuremi yaptım…
Normal şartlarda aşure ayının geldiğini komşularımın aşure getirmesiyle öğrenirdim hep ama tabii ki Bahama’da aşure getiren bir komşum olmadığı için Facebook’taki aşure resimlerinden anladım, bu bir gerçekJ Sonrasında anneme sorup onaylatıp hemen aşure yapmaya giriştim… Oktay Usta sağolsun yine yalnız bırakmadı beni…

Önce tarifi çok kısaca anlatıp sonrasında neler yaşadığımı paylaşmak isterim…
Malzemeler:
-Yarım kilo buğday
-1 çay fincanı pirinç
-200 gram fasulye
-200 gram nohut
-1 kilo toz şeker
-2 adet limon
-2 adet tarçın çubuğu
Üstüne konacak malzemeler
-ceviz, susam, badem, kuru incir, çekirdek içi, çam fıstığı
Yapılışı:
Bir gece önceden buğday, nohut, fasulye ve pirinçleri suda ayrı ayrı bekletin (oda sıcaklığında su). Ertesi gün, nohut ve fasulyeleri ayrı ayrı yumuşayıncaya kadar haşlayın. Pirinç ve buğdayları bir tencereye koyup üzerine sıcak su ekleyerek ateşe koyup kapaksız olarak kaynatın. Dibinin tutmaması için devamlı karıştırmanız gerekiyor. Bir süre sonra altını kısarak yumuşayan nohut ve fasulyeleri de buğday ve pirince ekleyin. Malzemeler kısık ateşte pişerken karıştırarak şekeri ilave edin (Bana 1 kilo şeker fazla gelebiliyor, o sebeple ara ara tadarak kendi zevkime göre şeker miktarını ayarlıyorum. Ama şekerliye yakın yapmakta fayda var çünkü tarçın, limon ve üst malzemeler şekerini alıyor zaten, korkmaya gerek yok). Devamlı karıştırmaya dikkat edin, altı tutmasın. Şeker iyice eridikten ve malzemeler kaynamaya başladıktan sonra tarçın çubukları ve limon kabuğu rendelerini içine atarak bir taşım daha kaynatın. Soğumadan kâselere koyun ve üstlerine diğer malzemeleri atın (susam ve çam fıstığını kavurup atın).

Bu Oktay Ustayla benim karışık tarifim aslındaJ Bu tarif bana çok kolay geliyor ama kendim özgün bir şeyler de ekliyorum açıkçası… Biliyorsunuz en az 11 çeşit malzeme olmalı diyorlar, öylesi makbulmüş… Benimki 13 oldu yeter gari (aslında 12ydi de çekirdek içi ekledim, bu hiçbir tarifte yok, tamamen özgün, malzeme sayısı tutsun diyeJ)… Üzerine daha başka bir sürü şey koyabilirsiniz. Mesela nar, kuru kayısı, kuru üzüm, kuş üzümü… Hatta Oktay Usta gül suyu bile ekletiyor…
Sabri yavrum yazık nar falan koymak istiyor, koydurmuyorum ben nar sevmem diyerekten… Ben az malzemeli seviyorum.

İtiraf etmeliyim ki daha ana malzeme olan buğdayı bulma konusunda bile sıkıntı yaşadım burada. Buğday (İngilizcede wheat) diye sorduğumda kimse anlamıyor, yüzüme “ne diyor bu?” der gibi bakıyor. Ama üzerinde arpa (İngilizcede barley) yazan malzeme aynı buğdaya benziyor diye aldım ve onunla yaptım. Yani aslında ben buğday yerine arpayla da yapmış olabilirim aşureyiJ ama tadı aynı ve çok güzel oldu. Susamı bile çok zor buldum… 3 süper market gezdim susam bulcam diye, en sonuncusunda da maşallah 1 kiloluk paketler yapmışlar, ondan almak zorunda kaldım… Başka nerde kullancaksam susamı? Zaten kuru incir de çok sevmem ama Sabri çok ısrar etti diye aldım, içinde 10 tane kuru incir olan bir paket 10 lira… Ah ahh yazık oldu o incir yemediğim Aydın günlerine…
Tabii ki “geleneklerimizi tanıtalım” misyonu ile yine kapı kapı dolaşıp aşureyi komşulara dağıttım. Her seferinde de üşenmeden hepsine Nuh’un gemisi hikâyesini anlattım. Zaten bilirsiniz anlatmayı hiç sevmem :P

Aşure artık benim için bir puding kadar kolay bir tarif, zira dün canım çekti, bugün yine yaptımJ İlk yaptığımda arpa mı buğday mı bilemediğim için deneme yaptım, 6 kişilik çıkmıştı. Şimdi bi 8 kişilik daha yaptım… Böyle böyle aşure kıvamına gelicem zaten, az kaldıJ Şimdiden yapanlarınkini Allah kabul etsin, yapacaklara da kolay gelsin…

14 Kasım 2013 Perşembe

Geçen ay ne yaptığımı biliyorum...

Ayağımın tozuyla geldiğim 25 günlük Türkiye ziyaretimi gerçekleştirdim. 20 saat yolculuk sonrası ilk işim Türkçe müzik çalan mekânları gezmek oldu. Hemen her şarkıya hala eşlik edebiliyorum, çok mutluyum… İçimdeki o Türkçe müzik aşkı hala devam ediyor…

E tabi takdir edersiniz ki Türkiye’dekilerin “Orda patlıcan var mı? Karpuz var mı?” gibi soruları ordayken de devam etti. Bazı entel aile bireyleri daha farklı sorularla karşımdaydı: Adamızın yüz ölçümü ve nüfusunun Türkiye’deki bir ilimiz ile kıyaslanması gibi ilginç istatistik beklentileri olduJ Onları bir şekilde geçiştirmek durumundaydımJ
25 günlük Türkiye tatilim için bir Excel oluşturdum ve görmeye çalışğım kişileri gün gün “sabah kahvaltısı”, “öğle yemeği”, “akşamüstü kahvesi” ve “akşam yemeği” olmak üzere o excele yerleştirdim. Çok yoğun bir program olması yetmiyormuş gibi arkadaşlarıma vakit ayırmaya da günler yetmediL O sebeple yazılarıma bir süre ara vermiştim ki, şimdi karşınızdayımJ
Türkiye’ye gittiğimde jetlag olmamıştım ama dönüşte Sabri de, ben de bir tuhaf olduk. Yemekleri kendim yapmasam içine ilaç attıklarını düşünücem. Saat 18:30 gibi yemeğimizi yedik mi başlıyor bizde bir ağırlık. Saat 21:00’i zor getiriyoruz. Uyumakla geçen bir dönemimiz oldu kısacası… Şimdi biraz daha iyiyiz…

Adalet mi bu?
Gelir gelmez hemen bir “kitap okuma gecesi” daha atlattım. Yeni trend bu, üyelerden biri sonraki ayın ev sahipliğini yapıyor ve o ay okunması gereken kitabı belirliyor. O ay herkes onun dediği kitabı okuyor ve belirtilen tarihte ev sahibine misafir oluyoruz. Ortama 12-13 kadınız ve bu kadınların hepsi evli… Kocalar da kafa dinliyor bu vesile ile… Aslında bu kocaların organize ettiği bir etkinlik olabilir bak hiç bunu düşünmemiştim, hainlerJ

İlk ay kitabı okumamıştım çünkü çok geç katılmıştım aralarına. Bu defa Türkçesini okumuş olduğum bir kitap seçildi Allahtan da rahat ettimJ Rahat ettim dememin sebebi her ay yeni bir kitabın tamamını okuyamamamJ 400-500 sayfalık kitaplar seçiyorlar ve ben onu 1 ayda okuyamıyorum… O sebeple genelde dinleyici olarak katılıyorum etkinliğeJ Hoş, daha önce bahsetmiş miydim hatırlamıyorum ama kitap okuma gecesinin asıl amacı dedikodu yapmak, birbirimizi kandırmayalım şimdi… Kendimizi iyi hissetmek için de birlikte olduğumuz 4—5 saatin yarım saatinde kitapla ilgili tartışmalar yapıyoruz ama günahlarını da almak istememJ Birbirinden tatlı kadınlar bunlar, eğlenceli, şen şakrak… Üyeler her hafta yeni üyeler getiriyor, bu vesile ile de baya bir çevre ediniyorum. Dedikoduları da yavaş yavaş biriktirip tüm detayları ile paylaşacağım sizinle, merak etmeyinJ
Türkiye’ye geldiğimde de bahsetmiştim, burada kadınlar çok aktif. Beyler hep çalışğı için kadınlar da kendilerini her türlü spor, dans, yarış etkinliklerine adamışlar kendilerini.  Adaya ilk geldiğimde bunun ezikliğini yaşamıştım açıkçası. “abi benim hiç hobim yok mu ya?” Düşünüyorum düşünüyorum, “aslında 3-4 ayda bir bowling oynardık mesela, bu sayılır mı ki?” diye içten içe kendimi rahatlatacak bahaneler üretmiştim ama kitap okuma günlerinde 10 kadın birden üstüme gelince orda baya bi ezildiğimi anladımJ bunlar sazı eline aldı mı “ben tenis oynuyorum”, “ben her gün kürek çekiyorum”, “pedal çeviriyorum”, “kanoya biniyorum”, “her türlü dans kursuna katılıyorum”, “zumba benim için bir yaşam tarzı”, “ben seneye maratona hazırlanıyorum” … diye gidiyor… Ben de o sırada hayretler içinde kekimi yiyorumJ

Ve kadınları bir görseniz, incecik tığ gibi gencecik kadınlar, bir başlıyorlar konuşmaya, “ben 19 yıllık evliyim”, “22 yaşında oğlum var” falan diye, yediklerimi içime püskürtmek zorunda kalıyorum. Yani şöyle yan yana gelsek senle benle yarışabilecek kapasitede ablalar. Tabi yüz olarak diyorum, vücut zaten beni alt eder deee…. Neyse.. Ben de bilendim, bugün rejime girdim ve görün bakın seneye yaza kadar ben de her türlü spor aktivitesine katılıp onlar gibi olucam… Demedi demeyin..
 

5 Kasım 2013 Salı

İçimdeki arabesk

Hava güzel, su güzel, evdeyim, sabah istediğim saate kadar uyuyorum, istediğim dizileri izliyorum, deniz, havuz, kuşlar, cibili cibili cibili şak şak şak aniyyaa, yediğim önümde yemediğim arkamda ama anlamıyorum ben neden böyle depresif müzikler dinliyorum. Gerçi beni bilenler bilir dünyadaki en kıro şarkıları bilebilme kapasitesine sahip bi insanım, kabul ediyorum ama burada bunun ne gereği var? Sabah saat 07:30’da spora giderken bile dinlediğim şarkılar Bülent Ersoy&Tarkan: Allah biliyor, Haktan: Kahretsin, Funda Arar: Aşkın Bana Değdi Değeli, Ebru Gündeş: Dert Faslı… Yani annemin tabiriyle “neymiş bu bu kadar?” dedirtecek cinsten… Metabolizmamın tamamen çökmemesi için arada bir Candan Erçetin, Sıla, Ajda Pekkan falan çalıyor, onlar da olmasa vah halime…

Evdeyken hadi diyorum Power FM dinleyeyim, yeni yabancı şarkılar nelermiş görelim, kendimi Radyo Tatlıses dinlerken buluyorum, PowerTürk bile değil. İmkânım olsa Kral TV izlicem, içimdeki arabeski durduramıyorum. Ben neden böyle oldum? Sabri de yazık bana direnmeye çalışıyorJ Kendisi benden önce yabancı müzik dinleyen cool biri olarak şimdi zorla ezberlettiğim Kenan Doğulu, Murat Boz şarkılarını yüksek sesle söyleyebiliyor. Gerçi şarkıları ezberleme konusunda çok iyi değil ama öğretmeye çalışıyorum. Her şarkı başlangıcında “bu şarkıyı kim söylüyor?” yarışması yapıyoruz. Genelde intro’dan tanıyamıyor, sözler başladığında biliyor. Bazen de gaza gelip “Sezen Aksu’nun 3 yavaş + 3 hareketli şarkısını söyle” diyorum. O zaman afallıyor. Ben de kendi gaddarlığıma şaşıyorum, yarın bi gün çocuğum olduğunda onu da böyle sınava tabi tutar mıyım acaba diye düşünmeden edemiyorumJ Bir de bazen “O Ses Türkiye’ye katılsam hangi şarkıyı söylemeliyim?” diye etrafa danışıyorum, kendimi o sahnede şarkı söylerken hayal ediyorum, tüm jüriler bana dönse kimi seçerdim bilemiyorumJ

10 Ekim 2013 Perşembe

Yemeyip yanında yatmalıklar...

Özellikle kadınlardan devamlı aldığım bir öneri ile başladım bu yazıyı yazmaya: “oradaki yemekleri yazsana Aslıııı”. Ne midesine düşkün insanlarmışsınız siz ya, ne yapcam Allah aşkına, orda ne yapıyorsam burada da onu yapıyorum aslında. Ama hadi çok ısrar ettiniz, biraz daha detaya ineyim görgüsüzler gibi:
Adada mutfak konusunda kendimi aşğımı düşünüyorum. Tabii burada Türkiye’deki gibi buzluğumuzu dolduran annelerimiz olmadığı için iş başa düştü ve her hafta değişik sebzeler, etler denemeye başladım.
Öncelikle “kıymalı Brüksel lahana” yaptım. Bunun aslında normal sebze yemeklerinden pek farkı yok yapılış anlamında. Sadece içine yeşil, sarı ve kırmızı biber doğradım 1er tane (tanesi 6 dolar ha yanlış olmasın) ve en son 1 çay kaşığı un attım (nedenini bilmediğim bir şekilde) kısık ateşe koymadan önce. Gayet lezzetli oldu bence.

Kereviz” aslında çok sevdiğim bir sebze ama yapmak nasip olmamıştı. Burada onu da yaptım. Kendimi övmek gibi olmasın ama çok başarılıydıJ aslında her hafta yapıyorum artık… içine patates ve havuç da koyuyorum, hem ucuz hem sağlıklıJ
İlk kez “lazanya” yaptım mesela. Makarnacı biri olarak müthişti bence. İlk kez beşamel sos yaptım sanırım, fırında makarna gibi pişirdim, süperdi…
Lazanya
Burada mesela roastbeef yaptım, baya büyük bir parça eti birçok baharatla mıncıkladım. Etin ortasından bir bıçak yardımı ile delik açarak oraya da baharat girmesini sağladım ve biberiye koydum. Borcamın içine patates, soğan da koyarak fırında 55 dakika kadar pişirdim. Çok güzel olmuştu ama biraz fazla büyük parçalar olmuş sanırım, yemeğin sonunda midemiz bulanıyordu şişliktenJ - bu arada bunu İtalyan arkadaşımdan öğrendim-.

Mantı öncesi ve sonrası
Gelelim en can alıcı olanlara. Can alıcı dememin bir sebebi var, çünkü gerçekten canımı aldıJ daha önce bize torba torba “mantı” ve “yuvarlama” gönderip buzluğumuzda durmasını sağlayan tüm aile bireylerimizden Allah razı olsun. Yahu ne zahmetli işlermiş bunlar… Hamurunu kendim açtığım mantı evet belki 2-3 gün bel ağrısı çekmeme neden oldu ama yemesi süperdi:) 3 saat uğraştım, 2 öğünlük çıktı, her bir öğün 10 dakika sürdü o kadar diyeyim ben sizeJ aynı şekilde yuvarlamanın da yine hamurunu kendim yaptım, yine 3-5 saat sürdü ama değdi, 5 öğünlük çıktı, zor zamanlarımızda buzluktan çıkarıp yiyoruz, ohh..
Karnabahar” ve “ kabak dolmasıİstanbul’da da yapmış olduğum yemeklerdi zaten. Patlıcan var zaten, her türlüsünü yapabiliyoruz. Henüz ezme yapmadım ama çünkü ocağımız elektrikli olduğu için olur mu bilmiyorum-daha kuvvetli bir ateş gerekebilir-. bu arada patlıcanın tanesi 6 dolar. o sebeple her hafta 1 tane alıp mümkün olduğunda patates, kabak gibi sebzelerle karıştırıp yapıyorum:)
Yuvarlama

Bamya” en sevmediğim, ağzıma koymadığım bir sebze olması sebebi ile ne evime aldım, ne pişirdim. Ama dedim ki bencillik yapma Aslı, kocan seviyor, al pişir şunu… Kendim yemedim ama Sabri çok beğendi.

Lahana sarması
Lahana sarması” yaptım mesela ilk defa ama onda çok bir şey yok, mantıdan sonra sarma hiç bir şey değil… görüntü pek hoş değil ama lezzeti süper... Bütün bunları yaparken annem ve kayınvalidemden öğütler alıyorum, Oktay Usta da sağolsun yardımcı oluyor…

Bir Meksikalı arkadaşım var geçen gün geldi bana Yunanlı bir arkadaşının Christmas Cookie yaptığından, bizim benzer tatlar yaptığımızı düşündüğü için bana sormak istediğinden bahsetti (Yunan restoranında baklava var, geçen gün onun kavgasını yapmıştım baklava onların değil, bizim diye carlamıştım daJ). Ben dedim bizde cookie pek yok, Christmas hiç yokJ sonra internetten bir baktım bizim kalburabastı değil miymişJ anam dedim bunu hemen öğrenmeliyim ve buradakilere hava atmalıyımJ yılbaşına yakın deneyeceğim…
Bir de ilk ve son kez denediğim kendi yoğurdumu yapma girişimim hüsranla sonuçlandı, onu belirtmeden geçemeyeceğim. O kadar özenerek kaynattım sütü, mayaladım, sardım, 4 saat beklettim, bir açtım hala bildiğin sütJ en iyisi dedim üzerine biraz tuz atayım da çökelek olsun, o da olmadı, gitti benim 2 litre sütüm çöpe… zaten neden yaptığımı ben de bilmiyorum, süt yoğurttan daha pahalı burdaJ ne uğraşıyorsun, al gitsin demi, yok illa başıma bela almak istedim… öyle de oldu…
pirinci bol olan ıspanak:)
Sebze anlamında bazen of hep aynı şeyler diye düşünmüyor değilim aslında. Patlıcan, kabak, bamya, taze fasulye, karnabahar, lahana, ıspanak… ee başkaJ hep aynı şeylerJ
Meyve çok yiyoruz burada, ben rejimdeyim diye abartıp tek ananası tek başıma ara öğün olarak yiyebiliyorum meselaJ ananas ana meyvemiz. Karpuz, kavun, çilek, muz evimizden eksik olmuyor. Elma, armut demode, almıyorum bileJ Geçen gün İtalyan arkadaşımız bahçesinde yetiştirdiği Hindistan cevizinden temizleyip verdi sağolsun, o da güzeldi. Bir de papaya diye bir meyve var, deneyelim diye aldık da nasıl yenecek, nasıl kesilecek falan derken çürüdü gitti dolapta, tatmadan attıkJ